Dr. Alaattin BÜK
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir[1]. İnanç sözleşmelerinin genellikle dört amaç için yapıldığı görülmektedir;
Bir hukuki ilişkiyi gizlemek amacı ile yapılan inançlı işlemler
Alacaklılardan mal kaçırma amacı ile yapılan işlemler
Kanunların bazı hükümlerinden kaçınmak amacı ile yapılan inançlı işlemler
Teminat amacı ile yapılan inançlı işlemler[2]
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemin iki türü vardır. Safi inançlı işlem dediğimiz sözleşme türünde inanılan, inanç konusunu ya inananın ya da onun belirlediği bir üçüncü kişinin yararına elinde bulundurur ve onun talimatına uygun olarak kullanır. Bu gruptaki inançlı işlemlerde, taraflar arasındaki ilişki genellikle vekâlet ilişkisidir. Tahsil amacıyla bir alacağın devredilmesi; bir hakkın faydalanmak amacıyla inançlı olarak bırakılması vb. safi inançlı işlemler kategorisine örnek teşkil eder[3].
Genellikle bir kredi alacaklısı olarak ortaya çıkan inanılan, inanç konusunu doğrudan doğruya kendi yararına elinde bulundurur. Ancak, inanç konusu üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunamaz. Karma inançlı işlem olarak betimleyebileceğimiz bu tür inanç sözleşmesi muvazaalı işlem ile benzerlik gösterir[4]. Ancak muvazaalı işlemde taraflar arasında yapılan işlem ile amaçlanan işlem arasında fark vardır. İnançlı işlemlerde yapılan inanç anlaşması ile devre konu olan şey ya da hak üzerinde inanılanın yetkileri sınırlanıp, kullanımı belirli şartlara bağlanırken, muvazaalı işlemlerde de muvazaa anlaşması ile devrin ciddi olmadığı tespit edilmektedir[5].
Özellikle vurgulamak gerekir ki, inançlı işlem varsa muvazaa yoktur. Muvazaalı işlemlerde (mutlak muvazaada), taraflar muvazaa konusu şeyi devretmeyi hiç arzu etmedikleri halde, inançlı işlemlerde taraflar devredilen hak üzerinde inanılanın tam bir mülkiyet veya alacak hakkı kazanmasını kesin ve ciddi olarak istemektedirler[6]. Bu nedenle inançlı işlemler kural olarak geçerli kabul edilirken, muvazaalı işlemler tarafların gerçek iradelerinden yoksun olduğu için geçerli olmayan işlemlerdir.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 Sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir[7].
İnançlı işlemin yapısı gereği kanuna karşı hile için yapılması durumunda geçerli olmayacaktır. Kanuna karşı hile de, taraflar hukuk düzeninin yasakladığı hukukî veya ekonomik bir sonucu elde etmek için, yapılması hukuken onaylanan başka bir işlem yaparlar.TMK m.766’da düzenlenen hükme göre başkasını zarara sokmak veya taşınır rehni kurallarından kurtulmak için taşınır bir malı devreden kimse, bu malı özel bir sebeple kendi zilyetliğinde tutmaya devam ederse, mülkiyetin nakli sonuç doğurmaz. Dolayısı ile taşınır rehninin bu şekilde kurulması kanuna karşı hile olarak kabul edilecek ve geçerli olmayacaktır. Emredici bir kanun hükmünü etkisiz kılmak amacını güden ve böylece Kanuna karşı hile teşkil eden bir işlem, doğrudan doğruya emredici bir kurala aykırı olarak yapılmış bir sözleşme gibidir. Bir başka ifade ile, TBK m. 27 gereğince geçersizdir. Kural olarak, inançlı işlemler hukuka aykırı bir amaç taşımadıkları için geçerli sayılırlar. Ancak kanuna karşı hile olarak yapılan inançlı işlemler geçersiz işlemlerdir.
[1]Yargıtay 14. HD., 10.10.2017 tarih ve 2016/16007 Esas, 2017/7387 Karar sayılı kararı
[2]UYGUR, Atiye B., “Teminat Amaçlı İnançlı İşlemler”,Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi c. X,s.1,2 y.2006, s. 176-178.
[3]TANDOĞAN, Haluk,“Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri”, Cilt: II, 3.Bası, Ankara 1987, s.544.
[4]ÖZSUNAY, Ergun,“Türk Hukukunda ve Mukayeseli Hukukta İnançlı Muameleler”, İstanbul 1968, s.57
[5] UYGUR, age, s. 181
[6]ÖZKAYA, Eraslan,“Açıklamalı – İçtihatlı İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları”, Ankara 2004, s. 1000.
[7] Yargıtay 14. HD., 31.10.2017 tarih ve 2016/16491 Esas, 2017/7903 Karar sayılı kararı.